Ortaçağ'da Kadın 


       Konumlarını çağdan çağa değiştirmişlerdir. Ancak değişmeyen tek şey onların erkek egemen dünyaya verdiği mücadeledir. Bu çalışmada sadece Ortaçağ'da kadın değerlendirilecektir. 
      Frank Kraliçesi Bertha’nın Abbasi Halifesi Müktefi’ye göndermiş olduğu uzlaşma mektubuna bakıldığında. Lorraine Kralı II. Lothar’ın kızı ve Ivree markisi Adalberth’in hanımı Bertha 906 senesinde Halife Müktefi’ye bir mektup göndermiş, Müktefi de bu mektuba cevap vermiştir. Elçi eşliğinde gönderilen mektupların içeriği hakkında daha çok bilgi sahibi olunsa da sonucu hakkında net bilgiler elimizde mevcut değildir. Ağlebi Hükümdarı III. Ziyâdetullah’ın donanmasına kumandanlık eden Hadım Ali’nin Frank sahillerinde esir edilerek Kraliçe Bertha tarafından saraya alınması ve kazandığı güven neticesinde de kendisi elçi tayin edilerek Kraliçe tarafından yazılan mektup ona verilmiştir. Kraliçenin bu mektubunda iki taraf arasındaki barış ve Müktefi’ye duyduğu saygıdan bahsedilir. Buradan şunu çıkarabilir ki dönem içerisindeki gelişmelerde kadınların etkisi azımsanmayacak kadardır ve olaylara karşı gösterdikleri cesaret de aşikârdır. Haçlı seferlerinin devam etmekte olduğu yıllarda Latin krallığında da aynı şekilde kadınların tahta çıktığını İslam dininin aksine çok eşli olduklarını ve kendilerinin soyları sebebiyle kocalarına da tahtı yönetme hakkı verildiğini görmekteyiz. 1131 de Latin Kralı II. Baudouin’in ölümünden sonra tahtın kızı Melisende ve kocası Anjou Kontu Foulques’e geçmesi, 1186 da Amalricus’un kızı Sibylle’nin ikinci kocasının karısı adına tahta çıkmaları da verilebilecek örneklerdendir. Ortaçağ'ın önemli taşlarından olan Bizans dönemi siyasetine baktığımız zaman Doğu dünyasının aksine idare de kadının aktif rol oynadığını görmekteyiz. Örneğin Herakleios 641 yılında vefat etmeden önce tahtı ilk evliliğinden olan Kostantinos ve ikinci evliliğinden olan Heraklonas’a bırakmıştır. Hatta bu iki Herakleios’un dul kalan eşi Martina gözetiminde devleti yöneteceklerdi. Tam da Arap tehdidinin yoğun olduğu bu dönemlerde Martina iktidarı kendisi ve oğlunun elinde tutabilmek için türlü yöntemler de denemiştir. Erkekler kadar kadınlarda da o dönemde iktidar hırsının görüldüğünü söyleyebiliriz. Bizans toplumunda rızalı boşanmaya 6. yüzyıla kadar izin veriliyordu. Daha sonraları ise şartlı boşanmaya geçilmiştir. Belli şartların sağlanmadığı durumlarda boşanma gerçekleşemiyordu. Evlilik kilise için eşlerin ölene kadar birlikte olmalarını öngören bir düşüncedeydi. Ancak daha sonra belli şartlarda ( zina, delillik, iktidarsızlık, ihanet) ayrılığa müsaade edildi. Bir taraftan eşleri isteyince ayrılabilecek olmaları onları rencide ederken diğer taraftan eşiyle mutsuz olan kadın ayrılma hakkına da sahip olmuştur. Daha önce alışık olunmadığı üzere kilise evlenirken kadına da seçme hakkı vererek yıllardır süregelen algıları da değiştirmiştir. Görüldüğü üzere Ortaçağ’da batı dünyası doğu dünyası aksine kadına karşı tahmin edildiğinden çok daha sert bir tutum sergilemiştir. Kadın ve ortaçağ dendiğinde akla gelen şeylerden biri de “cadılık”tır. Kadınlar ile cadılığın bağdaştırıldığı algıda gerçek hayatı hayal dünyası ile karıştırarak bir karmaşa yaratılmıştır. Cadı ile aslında korkunç, kötü niyetli ve kötü şeyler yapan kadın ifade edilmektedir. Bu noktada da dönemde de çok rastlanılan sihir, büyü işleriyle uğraşan, doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kadınlardan bahsedilir. Tarihi açıdan cadılık figürü olarak şeytan uygun görülmüştür. Ortaçağ Avrupa’sında kadınlar kötülüğün simgesi olarak görülmekteydi. Ortaçağ boyunca kadınların büyü yaparak Tanrıya karşı gelmek ve olağan düzene müdahale etmekle suçlandılar. Sırf bu nedenlerle Ortaçağ Avrupa’sında cadı olduğuna inanılan binlerce kadın öldürülmüştür. İslam dininde İblis diye de tabir edilen şeytanın cadılar ile iş birliği yaptığı iddiası daha çok batılı Hristiyan toplumunda düşünülmektedir. 15. Yüzyıla kadar Cadı Avı ile ilgili hiçbir somut bilgi yok iken 1486 da basılan Malleus Maleficarum tarafından yazılan “cadı avı el kitabı” ile bu konuya açıklık getirilmiş ve belli günlerde cadıların şeytana bağlılıklarını dile getirmek için toplandıkları iddia edilmiştir. Hatta bu toplantılarda ahlak dışı ve vahşice olayların gerçekleştiği, Hz.İsa’yı inkâr ettikleri, sapkınlıklarda bulundukları da belirtilmektedir. Eski Türklerde ağaca çaput bağlama, batıda bir kuyuya su atma gibi gelenekler var iken günümüzde de bunu kahve falı baktırma gibi davranışlar bulunmaktadır. Bunların nedenine inecek olursak bir an bile olsa yaptıkları şey ile istediklerine ulaşmanın mutluluğunu yaşamak olsa gerek. Cadılığın veya bu tür şeylere tapınmanın, bir şeyden medet ummanın en çok Ortaçağ'da ortaya çıkması kadınların zorlu şartlarda yaşadığına bir işaret olabilir. Avrupa’da sosyal yapıda belli sınıflar vardı. Soylular, krallar, kraliçeler ve şövalyelerden oluşan bu tabakada alt ve üst ayrımı yapılmakta, güçlü güçsüzü ezmekteydi. Kadınlar bu sınıfta eğer kral eşi ise en şanslı, şövalye eşi ise gururlu, soylu eşi ise zenginliğinden dolayı güçlü hisseden, fakir eşi ise de muhtaç bir durumdaydılar. Kadınlar birbirleri üzerinde güç gösterisi yaparak eşlerinin konumlarını da kendi aralarında yarıştırırlardı. Kadınlar evlenmenin dışında kamusal alanında da faaliyette bulunmak için çaba göstermişlerdir ve belli başlı cemiyetlere girerek bu amaçlarını gerçekleştirmişlerdir. Ortaçağ Avrupa’sında kadın ya aristokrat ya da fahişe olarak nitelendirilirdi. Sosyal hayatta erkek karşısında hiçbir otorite, güç ve saygınlık sahibi değildi. Erkek karşısında konuşacak durumda bile değildi. Genelde doğu dünyasında kadının Batıya göre daha pasif olduğu düşülüyor ise de kaynaklardan da görüldüğü üzere Ortaçağ'da kadın Batı’da doğudan daha kötü bir konumdadır. Öyle ki kadının sadece vaftiz edildiği, evlendiği ve öldüğü gün evden çıkabileceği ifade edilir. Avrupa’da farklı cinsiyet örneklerinin de görüldüğü bu dönemde kadınlar erkekler ile aynı statüde olmamakla birlikte sosyal hayatta da bir role veya söz hakkına sahip değildi.  Avrupa’da da Doğu'da olduğu gibi kadın cemiyetleri bulunmaktaydı. Bilinen en meşhur cemiyet Beginler’di. Beginler cemiyetine kadınlar bakire olarak katılırlar ve evlenmek istediklerinde de cemiyetten ayrılırlardı. Bu topluluğun asıl amacı günümüzdeki kadın kolları ile eşdeğerdir. Hristiyanlık dinini yayma amacı da güden bu topluluk aynı zamanda toplumda muhtaç kadınlara yardımı esas alarak hem dini hem de siyasal açıdan rol oynamıştır. Dokumacılık, öğretmenlik, hemşirelik v.b işleri de yapan kadınlar o dönemde toplumun saygı ve sevgisini kazanmışlardır. 

Kaynakça

Derman GÜLMEZ, Ortaçağ’da Kadın Örgütleri- Anadolu ve Avrupa Örnekleri, Y.L Tezi, Doç. Dr. Elif Ekin AKŞIT VURAL, Ankara ÜNİVERSİTESİ, Ankara,2012, s.50 

Dr. Saim YILMAZ, Mu‘tazıd ve Müktefi Döneminde Abbasiler, İstanbul, 2006, s. 363-364

P.M. Holt, Haçlılar Çağı, çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,2003. 2. Basım, s. 33 30

 M.V. Levtchenko, Bizans Tarihi, Çev. Maide Selen, Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2007, s.129

Barbara HILL, Bizans İmparatorluk Kadınları, Çev. Elif GÖKTEKE TUT, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003,s.16

Burcu TEKİN, “Ortaçağ İspanya’sında Büyü, Büyücülükve “La Celestina” Adlı Esereyansıması”,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 55, 1, 2015, s.310

 Lois MARTIN, Cadılığın Tarihi, Çev. Barış Baysal, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2009, s.42 34

Erhan ERSOY, “Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:19, Sayı: 2, , Elazığ, 2009, s.216


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar